Bibliophile
24 tîrmeh 2010ê bû endam
Babîl | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| |||||||||
Ferhengok
biguhêreÇend Peyvên ji Serhedê
- herle: xwarineke ku bi ar, rûn û avê ve tête çêkirin
- îqê kesî kirin zîqê wî
- dereke
- 'esa kirin
- têzvemirî
- ne bûn nêrî, ne xingirî
- qonaxa kesekî sar bûn
- gu ji qijikê deynkirin: kesên zaf zaf tima, çikûs
Çend Peyvên din
Peyvên berhevkariyê yên Adnan Firat Bayar, ji herêma Xerzanê
A
biguhêre- asan: Bir taş türü.
- esîd: Pekmez, yağ ve öğütülmüş buğday ile yapılan bir yemek.
- aşûvk: Çapa aracı.
- ava têz: Kuru üzüm elde etmek için, üzümün Güneş’e bırakılmadan önce içine daldırıldığı özel yapımlı su.
B
biguhêre- bacî: Şarkı, türkü.
- baxiltî: Bir üzüm türü.
- binêtatî: Bir üzüm türü.
- bedîl: Kuşak, bölüm, aşama. "ez bedîla hêvarê çûm: akşama doğru gittim". "tenê bedîlek cilê wî heye: sadece bir kuşak elbisesi var". "nûçeyên bedîla hêvarê: akşam kuşağı haberleri"
- bergeş: Büyük tepsi, sofra tepsisi. (Farqînî’de "yemek sofrası" diye geçiyor)
- behrewan: Denizci.
- belatin: Yutmak. "min bela’t: Yuttum", "dibelêim: yutuyorum."
- berbeze: Savurgan, israf eden, hesapsız harcama yapan (Farqînî ile Torî’nin sözlüğündeFarqînî de Torî’den almıştır muhtemelen- "berbezen" diye geçen bu kelime "yaygaracı" diye çevrilmiş. Türkçe bilmeyen iki büyüğüme sorduğumda da bana tam olarak savurganlığı tarif ettiler. Ya Torî yanlış vermiştir ya da yöreye göre değişen bir anlama sahip olabilir)
- bestoq: Bir oyun.
- bexûd: Ahlak anlayışında ketum, kin güderek iyilik esirgeyen.
- bimbilîlk: Balon.
- bolindî: Bir armut türü.
- buwane: Tarla.
C
biguhêreÇ
biguhêre- çakûk: Yüz hatları, mimik. "çakûkên te çiqas hûr in: Ne kadar da ince mimiklerin var".
- çakûkgir: Kalın yüz hatlarına sahip olan kişi
- çakûkhûr: İnce yüz hatlarına sahip olan kişi.
- çanîkar: Dört kenar, dört taraftan. "ji stranekê: reva reva eskerê Misto li çanîkarê"
- çarberk: Bir oyun.
- çavberdok: Saklambaç. (Farqînî’de "bir çocuk oyunu" diye geçer)
- çivîkane: Bir üzüm türü.
- çolik: Kanalizasyon. Pislik yatağı.
- çoloyî: Bağ, bahça, tarla vb. işleri ile çok uğraşan, bu manada evcil olmayan.
- dara bastoqê: Kalın ve uzun bir sopanın kişinin elbiselerinden geçirilip havaya kaldırılması şeklinde bir ceza ve dayak türü.
- "Em ê te li dara bastoqê bidin: Seni "dara basyoqê"ye ile cezalandıracağız.
- dara qîrtik: Bir çocuk oyunu
- dara qûçkê: Bir çocuk oyunu
- debişîn: Hafifçe terleme. "Ez debişî me": hafifçe terledim"
- dehlî: Bir üzüm türü
- delimîn: Susa kalma, sus pus olma, alınan olumsuz bir haber veya cevap karşısında susma.
- "Tu ji bo çi delimî: Neden sus pus olmuşsun"
- derman: Tuz biber
- dermanok: Biber
- derzîdank: Bir çocuk oyunu
- deşon: Leğen
- devşewtî: Pekmez ile yapılan sıcak bir tatlı türü
- deyişîn: Belirli bir durum karşısında, avanaklık ve salaklıktan ötürü susmak. "Ehmed diyişiye: Ahmet ahmakça bir suskunluk içinde"
- dilmo: Yeterince haşlanmamış yumurta.
- dolebanî bûn: Kendi etrafında dönmek
- "Dinya dolebanî dibe: Dünya kendi etrafında dönüyor"
- "Xwe dolebanî neke tu yê gêj bibî: Etrafında dönüp durma başın döner"
- doxizbaşî: Kanser
- dubane: İki ev sahibi, iki farklı evde yaşam sürdüren aile.
D
biguhêre- encurokî: Bedensel olarak iyi gelişmemiş, yaşına nazaran fiziksel gelişimi yetersiz kalmış.
- enkûsk: Hafifçe, fazla acıtmayacak şekilde yumruklama. "Li ser xwarinê enkûskan li hev nedin: Yemekte birbirinize yumruklayıp durmayın"
E
biguhêre- etê: "Elim sende" oyunu. El vurulurken, "et", "etê" denir, (eyn ile).
- etfîk: Üzüm salkımının bir bölümü, salkımdan kopartılmış küçük üzüm tutamı.
- eybecar: Çirkin görünümlü insan
F
biguhêre- fanûrî: Kazak
- fethik: Yeni bağ, sonradan bağa çevrilmiş yer.
- fent: Kağıt oyunlarında joker. Diğer kağıtları alma özelliğine sahip olan kağıt
G
biguhêre- gelemoz: Şakasına yapılan kavga. Özellikle küçük yaştaki çocuklar ile, daha çok ev ortamında yapılan, çocuk ile hoş vakit geçirme amaçlı yapılan güreş, şakalaşma vs.
- gergûr mergûr: Ivızr zıvır, eften püften şeyler.
- "Me mal bar kir lê hinek gergûr mergûr mane: Evi taşıdık ama bazı ıvır zıvır şeyler kalmış"
- gêsin: Pulluk.
- gilç: Küçük, sivriltilmiş çubuklarla oynana bir çocuk oyunu
- gilêz: Fazla durağan kalmış olmaktan dolayı suyun fazlaca kirlenmesi.
- girovk: Sarmal
- gotinbêj: Konuşmacı
- gox: Üzüm salkımlarında dalların yumuşak, yenilebilir kısmı.
- gozane: Bir üzüm türü
- guftugo kirin: konuşulanları daha sonra başka bir yere aktarmak veya değerlendirme üzere iyice dinleme, kulak kabartarak dinleme.
- "Xeberdan tev guftugo kirin û bir jê re got: Tüm söylenenleri dinledi, onlara kulak misafiri oldu ve gitti ona aktardı" (Sözlüklerde "söyleşi" diye de geçer).
- gundoyî: Köycül, köy hayatının dışında bir şeye adapte olamayan.
H
biguhêre- hadûde: Özellikle yerin altındaki yemişleri, yemişli otların kökünü elde etmek için toprağı kazmaya yarayan küçük bir kazı aracı.
- hebûlok: Tanecik
- heb û meb: Tek tük.
- hefir: Çapa. Hefir kirin: Çapalamak.
- hefonek bûn: Uzun süre yenilmeyen yiyeceklerin görüntü olarak bozuşup kokuşması(çürümeden önceki aşama). Elbiselerin çürümeye yüz tutması.
- "Ev nan hefonekî bûye: Bu ekmek bozuşmuş,renkli beneklerin çıkması-"
- helê helê: Bir çocuk oyunu
- hemze: Cinsel birleşmede yapılan vuruş hareketleri. (Hincik olarak da geçer, fakat hincik "dövülen yer", "vurulan yer" anlamında olup sadece cinsellikte değil daha geniş manada da kullanılır. Nitekim şu iki deyimde de o şekilde kullanılmış: "Te hincika wî kuta", "Te hincika wî derxist")
- henoq: Meyvelerin olgunlaştığı halde yenilmesi ve yutulmasının zor olması. Örneğin Ayvalar ve bazı armutlar.
- "Ev hirmo henoq e: Bu armut zor yutuluyor"
- hesîn / hesandin: Emici bir nesnenin suyu veya rutubeti emmesi, çekmesi, suyun döküldüğü yerden emilip gitmesi.
- "Ava ketibû ser potikê hesiya: Bezin üzerine sökülen su emildi, kurudu".
- "Ev pêlav baş e, avê nahesîne: Bu ayakkabı iyidir, su çekmiyor".
- (Not: Sözlüklerde bu kelimenin sadece diğer anlamı-fark etme- var).
- heramçûk: Oyun içerisinde oyunu kurallarının dışına çıkarak almaya çalışan, oyunbozan.
- hevtûşî bûn: Karışmak, bir işe karışmak, bulaşmak, müdahale etmek. "Ew qet hevtûşî me nabe: o bize hiç karışmaz".
- hêtimte: Haklı da haksız da olsa lafını esirgemeyen, eğilmeyen, boyun eğmeyen, pes etmeyen
- himbil: Bir kağıt oyunu
- hişûm: Özellikle akrabalık bağına dayalı(ama başkaca bağlar ile de olabilir) meyil, tutum, tavır, damar. "Her du pismamên hev in, ji berî hişûma hev dikişînin: İkisi kuzendir o yüzden birbirlerini tutuyorlar"
- hişûmkêş: Özellikle akrabalık bağına dayalı, genelde de her türlü sosyal kimliğine karşı tarafgirlik yapan, tutum sahibi kişi, Arapça anlamı ile asabiyet sahibi.
- hîphîpe: Devasa, büsbüyük.
- hoçik: Saklambaçta sobe.(Sözlükler kelimenin diğer anlamlarını vermiş ama bunu vermemişler)
I
biguhêre- idlik: Üzüm taşımak ve hayvana yüklemek amacıyla asma dallarından yapılan büyük sepet türü.
- ilance: Sebep, bir şeyin oluşumuna olanak hazırlayan şey "Ilanceyê wî ji destê te ye: Onun sebebi sensin"
- "Ilanceyê vî tiştê nayê xuya tu yî: Kaybolan bu şeyin sebebi sensin, sendendir o"
- ilî: Kat, konutlardaki kat.
- "Xaniyê we çend ilî ye: Eviniz kaç katlıdır"
- "Here bin ilîyê: Alt kata git". Binilî: Alt kat. Serilî: Üst kat.
Î
biguhêre- îçmez: Sebebi belirsiz ruhsal daralma, ruhsal tutukluk. "Ez di îçmezê de me", " ez di nava îçmezê de me: ruhusal daralma içindeyim"
J
biguhêre- jibîrokî: Unutkan
- kandoyî: O sene doğum yapmadığı halde süt veren hayvan.
- kaşerêz: Seri bir şekilde dizili olan, art arda gelip geçen.
- "Xanî li vir, li pey hav kaşerêz in: Burada evler seri bir biçimde, art arda geliyor".
- "Gotinan kir kaşerêz û çû: Söyleyeceklerini, kimseye mahal bırakmadan art arda söyleyerek gitti".
K
biguhêre- kej: Bir taş türü
- kelekel: Kavurucu sıcaklık."Ez di kelekela nîvroyê de derketim: Öğlenin kavurucu sıcağında çıktım""Kelekela Tebaxê: Ağustosun kavurucu sıcaklığı"
- ken: Küf
- kengirtin: Küflenme
- ket: Kedi (Deyim: "Gotin ketê guyê te derman e, ketê guyê xwe kir û temart axê: Kediye "kedi senin dışkın dermandır" dediler, kedi, dışkısını yapıp toprağa gömdü)
- kewîd: Üzüm suyundan pekmez elde etmek için, şıranın içine atılan kül ile birlikte ilk kaynatılışından sonraki hali.(Üzüm suyundan pekmez elde etmek için 24 saat içinde iki defa kaynatılıyor. Kewîd ilk kaynatışıdır.)
- kêlikê: Bir oyun
- kirkirk hatin: Huylanmak, dürtü, bir şeyi yapm** (a duygusuna kapılmak."Li ser camê xêz neke kirkirkê min tê: Camın üzerini çizme huylanıyorum"-"Kirkirkê min tê ku kulmek li devê wî bidim: Ağzına bir yumruk indiresim geliyor"-"Kirkirkê kuştina wî: Onu öldürme dürtüsü"
- kulibî: Ketum
L
biguhêre- lalûf: İp ile sarılı olan, toplanıp katlanmış nesne. Sarılıp katlanabilir bir nesnenin iple bağlanması veya bağlanır gibi toplatılması. "Lalûf kirin: İpe sarmak". "Lalûf kirin: top yaparak katlama"
- leg: Plastik
- lewlebaz: Kürtçe'de de kullanılan lafazan(Lepezan) kelimesinin eş anlamlısı. Ağzı laf yapan, iyi konuşma becerisine sahip kişi.
- lic: Sabır, sebat. "Lic ji te re tuneye: Hiç sabrın yok". "Tu bêlic î: sabırsızsın".
- lif avêtin: (Bir fiil). Alışmak, uyum göstermek, adapte olmak
- "Te lifa xwe zêde avêtiye ser înternetê: İnternete çok alışmışsın"
- "Min lifa xwe avêtiye ser vir, êdî aciz nabim: Buraya alıştım, artık sıkılmıyorum"
- "Lifa xwe zû davêje ser xelqê: İnsanlara çabuk uyum gösteriyor"
- li xwe zêdekirin: Gelişim, gelişim gösterme
- "Ev zarok çima li xwe zêde nake: Bu çocuk niçin gelişmiyor"
- "Zarok çawa çûye gund gelek li xwe zêde kiriye: Çocuk köye gittiğinden beri epey gelişmiş"
- "Ji aliyê axaftinê ve qet li xwe zêde nekiriye: Konuşma açısından hiç gelişmemiş.
- (Gelişim, genelde "pêşketin" vb. ifadeler ile verilir ama sosyal bilimlerde "ilerlemek" ile "gelişmek" farklı şeylerdir. "Pêşketin" ilerlemeye tekabül eder.)
- loh bûn: Buzlanma sureti ile yapışma, esnek bir nesnenin buzlanması. Mesela kurutmak üzere soğuk havaya bırakılan elbiselerin donması durumu.
M
biguhêre- makok: Masura
- malaq: Belirli bir düzenek ile birbirlerine bağlanmış meyve kuruları. Düzenek.
- mamaş kirin: Serbest atış, tarama, rasgele atma.
- "Tivinga xwe hilda û mamaşî wan kir: Tüfeğini alıp onları taradı"
- "Ez ê bi vî kevirî mamaş bikim, hema li kî ji we ket: Bu taşı serbest bir biçimde atacağım, kime değdiyse"(Not: Bilgisayarların yaptığı "tarama" işlemi için bu kelimeyi önerebiliriz)
- mazmorî: Bir üzüm türü
- mentûz: Cadaloz
- mewçik / mewçik li xwe dan: Trip yapma. Beden dili ile trip yapma.
- "Mewçik li xwe da û rabû: trip yaparak kalktı".
- mezbûk: Üzüm şırasının ikinci kaynatılışı ile birlikte şıranın katılaşarak pekmeze dönüşmesi, şıranın katılaşıp pekmeze dönüşmesi, pekmezden alınan ilk tadımlık.
- mêtkok: Su çiçeği hastalığı. Latince: Varisella (Mêtkok derxistin).
- mihed: Balyoz
- mijûlokî: Konuşkan
- mikeb: Daha çok koruma ve örtme amacı ile, asma dallarından, elle yapılan büyük ve geniş sepet.
- mindar: Buğdayın ezdirilip soyulması için yontulmuş, taşa bağlanan hayvanlar ile döndürülen, tekerlek biçimindeki büyük taş.
- mitik anîn: Vücut olarak gerilme, vücudu germe.
- "Zehf mitik tên vî zarokî: Bu çocuk çok geriliyor"
- mizrafe: Kar süpürme aracı
N
biguhêre- nafoq: Başın tepe kısmı. Latince: Vertex
- navpol: İki kürek kemiğinin arası. Latince: İntersicapular
- nefotk: Yanık veya kaşıntı gibi sebepler ile oluşup su toplamış olan sivilce.
- niqûs: Belden kambur, aşırı derecede kambur.
- newirîn / newirandin: Soğuktan kızarma.
- "Destê min newirîne: Ellerim soğuktan kızarmış". Newirî: Kızarmış olan.
- newzîn / newizandin: Hareket edemeyecek denli uyuşma. Uykusuzluktan bitap düşme, takatsiz kalma. "Tu ji xewan newiziyî: Uykusuzluktan takatsiz kalmışsın.
- nêrexet: Farklı bölmeleri birbirine bağlayan ana bölme. Sulama amacıyla oluşturulmuş küçük kanallardan ana sulama kanalı, diğer bölümlere suyun dağıtıldığı kanal.
- nîvkutik: Geometrik şekillerin(özellikle daire ve karelerin) orta noktası, belirli bir geometrik biçim ile oturmuş bir topluluğun orta noktası. Bir kalabalığın ortası.
- "Zebeşê bîne û li nîvkutika me deyne: Karpuzu getirip tam ortamıza koy." "Gogê bavêje nîvkutkê: Topu ortala".
- noj: Çokça hastalanan, sürekli hasta ve yatakta, yatalak.
- nonok: Oyuncak.
- nûçkin: Birinin ardı sıra yürümek, peşine takılıp gitme, peşi sıra hareket etme.
- "Ez li pey te nanûçkim: Peşin sıra gelemem"
- "Xêr e tu li pey min dinûçkî: Hayırdır peşime takılıp durmuşsun"
O
biguhêre- olece: Musibet
P
biguhêre- paçûç: Sarma amaçlı kullanılan bez, bebek sarma bezi.
- pelezûr: Bir taş türü
- pelpexîn: Bir tatlı türü
- perpûsk: Karın hafif hafif atması, hafif kar yağışı (Perpûsk davêjin: Hafif kar taneleri düşüyor)
- peşkoguro: Bir çocuk oyunu
- pîrepit: Yaşlı ve dırdırcı
- pîkevcal: Çarpıkbacak
- pexixîn: Meyvelerin yumuşayıp kolayca yutulur duruma gelmesi
- pexox: Meyvelerin olgunlaşıp fazlası ile dalında kaldığı veya koparıldıktan sonra uzun süre yenilmediği için yumuşayıp kolaylıkla yutulur duruma gelmesi. (Henoq'un zıttı).
- "Ev sêv pexox e"
- piştkevnik: Bir çocuk oyunu
- pixsik: Üzümünün şırası alındıktan sonra arta kalan üzüm üzmesi
- pîçik: Bir köfte türü
- poz pê kirin: Aldırış etmek.
- "Poz pê neke: Ona aldırış etme"
- "Poz bi gotinên wan neke: Dediklerine aldırış etme"
- (Farqînî'nin sözlüğünde "ilgi göstermek" diye geçer. Halbuki daha doğrusu aldırış etmektir. Bu iki fiil arasında fark vardır)
- partoxe rakirin: Abartma. "Elî dîsa partoxan radike: Ali yine abartıyor"
Q
biguhêre- qamqurf: Kas tutulması.
- qamûs: Olmayacak işlerden bahseden, büyük laflar eden, sabit bir durumu zihinsel yetenekleri ile abartarak gösterebilen kişi.
- qamûsî kirin: Olmayacak işlerden bahsetme, büyük laflar ederek sabit bir durumu zihinsel yetenekleri ile abartarak gösterebilme.
- qaqeboçik: Çocuk dilinde omuz.
- qefelan: Dondurucu soğuk
- qeleq: Stres. "Ez di qeleqê de me: stresteyim", "xêr e tu dîsa ketî qeleqê: hayırdır yine stres yapıyorsun".
- qelîsok: Bulgur unu ile yapılmış ekmek.
- qewleq: Cüzdan, kumaştan yapılmış küçük el çantası veya daha büyük boy olarak içine farklı nesneler konulmak üzere hazırlanıp duvara asılmış düzenek.
- qêmin / qêminê: Herhalde.
R
biguhêre- rexşik: Çok az ve kısmi yağmur yağışı.
- rifrifandin / rifrifîn: Hızlı göz hareketi(REM). Ani bir uyarıcı karşısında gözün hızlıca açılıp kapanması veya uykudaki göz hareketleri.
- "Çavê xwe dirifrifîne: Gözlerini-mesela görmezden gelmek için- açıp kapatıyor, gözlerini çekiyor.
- "Çavê mirovan di xwe de dirifrifin: İnsan gözü uykuda hareket ediyor"
S
biguhêre- saweser: Sersem.
- sefok: Süzgeç.
- sefok: Kar birikintisi. Rüzgar ve eğimlerin etkisi ile karın yoğun düştüğü nokta.
- selaxtin: Deriyi yüzme
- "Em ê çêlekê biselêxin: İneğin derisini yüzeceğiz".
- "Me çêlek selaxt: İneğin derisini yüzdük".
- sentele: Şatafat, debdebe.
- sepilîn / sepilandin: Bir şeyin başka bir şeyi almayacak kadar dolup taşıması, son raddesine değin dolmuş olma.
- "Tu ji aqilê sepiliyî: Aklın had safhada"
- "Guhê min sepiliye: Kulağım tıkanmış"
- serdestik: Kollu giyeceklerin dirsek ile el arası kısmı.
- sereder kirin: Baş etmek, üstesinden gelmek
- "Ez serederiya vî zarokî nakim: Bu çocuk ile baş edemiyorum"
- "Ehmed serederiya jina xwe nake: Ahmet karısı ile baş edemiyor"
- "We serederî li wan ne kir: Onların üstesinden gelmediniz mi?"
- setmebor: Çıkışı ve sonu olmayan yol. Çıkış yolunun kalmaması, çaresizlik, seçeneksiz kalmak.
- "Ez ketime nava setmeboreke wisa ku ... Öyle bir seçeneksiz ve çaresiz kalmışım ki"
- "Ev rê diçe setmeborê: bu yol ileride bitiyor, ileride yürünecek durum kalmıyor"
- seyserat: Ağır musibet, büyük bela.
- "Te seyserat anî serê me: başımıza büyük bir bela sardın"
- sêbil: Yük hayvanlarına özellikle su taşıtmak için bindirilen hazır düzenek, tekne.
- silm: Tahta merdiven
- simelq: Raf.
- simsimk: Ezdirilmiş üzüm.
- sinkot: Kepçe. Mutfak kepçesi.
- sixme: Ağaçların, özellikle asmaların ve çiçeklerin ayakta kalması amacıyla, dallarının altına veya gövdelerinin bitişiğine destek amaçlı çakılan çubuk.
- siyare: Yüzü yırtık, tekin ve zor kadın.
- sîrum: Eğimli yamaç vadicikleri. Dağ ve tepelerin yükseltileri boyunca, özellikle suyun akışından ötürü oluşan, yükseltiye paralel olarak oluşmuş küçük vadicikler.
- sor: Tutarlılık.
- "Sor ji te re tuneye: Sende hiç tutarlılık yok"
- "Tu ne li ser sorek î: Tutarsızsın"
- sorane: Bir üzüm türü
- sorçiqî: Kırmızımsı, kırmızı ten, alaca.
- sorik: domates
- stûzîq: Boyun/boğaz kısmı uzun olan
Ş
biguhêre- şafiltî: Aşırı derecede uzun boylu
- şamar: Aktif, hareketli, dinç.
- şarewar: Çok konuşabilen ve ama konuşmaları dolu, bilgece, mantıklı ve yerinde olan kişi.
- şefx: Sıva. "Şefx kirin: sıvamak".
- şelqitandin: Ağaçları hafifçe budama.
- şemşemotk: Bir içli köfte türü.
- şenşilîn: Sarkma. "Ev çi ye bi te ve şenşiliye: Bu nedir sarkmış senden". "Şenşilî: sarkık"
- şetf: Üşütme sonucu hastalanma, soğuk alarak hastalanma. "Min şetf girtiye: üşütmüşüm"
- şeverê: Gide-gele oluşan küçük yol.
- şewilîn: İnsanlar için- Solmak. "tirsiya û rengê wî şewilî: korktu ve benzi soldu"
- (Farqînî'nin sözlüğünde "ışıldamak" olarak verilmiş)
- şirê: Kurdeşen hastalığı. Latince: Urtiker
- şirşar: Şelale
- şîfor: Eşarp, başörtüsü
- şûre: Parça, parti, kısım, bölüm
- "Em li ser şûreya wan insanên qenci in: İyi insanların kısmındanız, partisindeniz."
- "Şûreyeke erdê hat çêkirin: Toprağın bir kısmı yapıldı"
- "Em jî ji xwe re şûreyekê çêkin: Kendimiz için bir alan açalım"
T
biguhêre- tapêl kirin: Kulak kabartma, kulak misafiri olma.
- "Guhê xwe tapêl kir: Kulağını kabarttı"
- tekeserî: Kendi başına.
- televzan: Cizlavit ayakkabı
- temar: Vücudun yan bölümü. Böğür. "Wî kevir li temara pisîkê da: Taşı kedinin tam böğrüne vurdu"
- tenavê: Hatta.
- tentilîn: Sendelenme, düşmek üzere sallanma.
- "Diranê min ditentile: Dişim düşmek üzere, sallanıyor"
- "Tu li piyan ditentilî: Ayaktamesela uykudan- sendeleniyorsun"
- tepûşok: İçeriye, dibine gömülü olan şey.
- "Ser banê me tepûşok e: Çatımız içeriye doğru gömülüdür"
- terfik: Boyna geçirilmiş ip.
- "Ez ê terfikek bêxim stûyê te:Tehdit ve aşağılama amaçlı- Boynuna terfik geçireceğim"
- terîke: Sebze
- terîx: Tuzlanarak kurutulmuş balık.
- terpûsk: Tek ve sert bir yumruk vuruşu.
- "Terpûskek li pişta wî da û reviya: Sırtına bire yumruk indirip kaçtı"
- tevşokê: Bir çocuk oyunu
- tilîpindik: bir çocuk oyunu
- tivtivîlk: Basit insan, hafif insan, ciddiyetsiz.
- totme: Sancı
- tûre: Üzüm asmalarının dalı
- teql: Denge, ağırlık, fiziksel büyüklük, ağrılıklı denge
- "Barê ker bêteql e: Eşeğin yükü dengesizdir"
- "Teqlê wî xera bû û ket erdê: Dengesini yitirerek yere düştü"
- "Teqlê wî xera bû: Hastalığı ağırlaştı, hastalığı nüksetti"
- "Xaniyê te biteql e: Konutun dengeli, oturaklı, büyük bir konuttur"
- "Mirovekî biteql e: ağır ve iriceşişman değil ama- bir insandır"
- (Sözlüklerde "Teql"în sadece, sağla/büyük anlamına yer verilmiş)
- tex kirin: Sindirme. "Cemîlê Çeto pismamên xwe tex kiribû: Cemilê Çeto akrabalarını sindirmişti".
W
biguhêre- weş: An. "weşeke xweş rûnişt: uzunca bir an oturdu"
- weş: Takat. "weş di milê min de nemaye: kolumda takat kalmamış"
- wexm: Ortamın kokusu. "gava ez hatim odê, wexmeke nexweş ji odê dihat: odaya girdiğim zaman ortamda hoş olmayan bir koku vardı. (Wexm, nesnelerin kokusu için kullanılmaz, sadece ortam kokusu için kullanılır)
- xatûnî: Bir üzüm türü.
- xebûrok: Minnacık, mini minnacık, azıcık.
- xefiqandin: Vıcık vıcık olma
- "Tirî xefiqiye: Üzüm vıcık vıcık olmuş"
X
biguhêre- xel: Kopacak ve yerinden çıkacak denli gevşemiş olan şey. Sallantılı.
- "Qamê kuçik xel bûye: Köpeğin ayağı tutmuyor, sallanıyor, kopacak gibi",
- "Direnê min xel bûye: Dişim sallantıda, çıktı çıkacak yerinden"
- xetîre: Kiriş.
- xêrîş kirin: Oyalamak
- "Tu ji bo çi me xerîş dikî: Bizi niçin oyalıyorsun"Deyim: "Qebo xêrîş kirin: Hasmı oyalama"
- xilêsî: Pısırık.
- xirênokî: Çokça horlayan.
- xitûk: Sokak.
- xivxivandin: İç içe geçme, iç içe geçirme.
- "We ji bo çi xwe wisa xivxivandiye: Neden böyle iç içe geçmişsiniz"
- "Van li hev bixivxivîne: Bunları birbirine geçir".
- xizîzok: Küçük dolu yağışı.
Y
biguhêreZ
biguhêre- zebandin: Aşırı yorgunluktan veya belirli bir sorun ve sıkıntıdan ötürü gözünü kapatıp yatar gibi sessizliğe bürünme.
- "Ehmed zebiniye: Ahmet yatar gibi sessizliğe bürünmüş. (Zebinî)
- zende / zende girtin: İllet. Bir şeyin ileride baş gösterecek bir bozukluğa, hastalığa, aksaklığa yakalanması.
- "Te do li ber sermayê zende girt: Dün soğuğa yakalandınki bugün hastasın-
- "Ev televizyon zende girtiye: Be televizyon darbe almış, bozukluk taşıyor"
- zêdekarî: Zorbalık. "Bila xwediyê karê te zêdekariyan li te neke": İşinin sahibi sana işin olmayan şeyi yaptırmasın". "xwendekarên zêdakar: zorba öğrenciler".
- zevî: Bahçe (çoğunlukla tarla olarak kullanılır)
- zipîvala: Bomboş
- zirçik / zirçik derxistin: Cılk. Yumurtanın cılkı. Bir bitki, yemiş veya canlının içinin dışına çıkması, çıkartılması.
- "Te zirçika wî derxist: Ezdin, içine dışına çıkarttın"
- zobezer: Dondurucu soğuk ortam.
- zozanê: Sek sek oyunu.
- bamerd: Cömert.
- birênî: Bağırış.
- bîjî: Kedigillerin, atların ve benzeri hayvanların bıyıkları.
- bîjî: Kedigillerin, atların ve benzeri hayvanların uzun bıyık tanesi. (Düzeltme olarak bu tanıma şunu da ekliyoruz: "at ve eşek gibi hayvanların uzun tüyleri, mesela kuyruklarındaki uzun tüyler)
- DÜZELTME 2)
- çirkênî: Küçük bir nesnenin kırılma sesi.
- çîrtik: Kanatlı hayvan dışkısı
- devesing: Kucak, sine.
- gulgulîn: Karın lapa lapa yağması. Lapa lapa. "Berf digulgulîne: Lapa lapa kar yağıyor".
- hezik: Evcil hayvanlara ağaç (özellikle meşe) yaprakları verildikten sonra, dallarının yaprakları yenilmiş hali.
- hicmicandin: Rahat durmama. Hareket etme isteği. "kurmê nava te dihicmicin: Senin içindeki kurtlar rahat durmuyor (sen bu yüzden rahat durmuyorsun manasında).
- keravera: Aşırı gürültü sonucu işitme yitimi, gürültü sonucu normal işitme durumunun gitmesi. "Ev çi deng e, em keravera bûn: Bu ne sestir, kulağımız gitti".
- meyzer: Taşıma, serme, bohça işlevine yönelik kullanımlar için el yapımı olarak hazırlanan örgü.
- nefirîn:Hayvanlar için- ürkme.
- "Ker nefirî: Eşek ürktü". Nefirî: Ürkmüş hayvan
- neşirîn: Çözmek. Neşirî: Çözülmüş. Mesela bir örgü tekrar çözüldüğü zaman "neşirî" denir.
- nûpînû: Yepyeni.
- pixsik: Üzümünün şırası alındıktan sonra arta kalan üzüm üzmesi. (Bu tanım, "simsimk"ın tanımıdır ve verilmiştir kelimeler arasında.) Pixsik: İşe yaramaz, çoğunlukla küçük ve bozuk kuru üzüm, üzümün posası.
- DÜZELTME 3)
- qezidîn / lê qezidîn: Bir münasebet ile buluşmak, bulaşmak, ziyaret etmek. "Yek li me qezidiye: Biri bize bulaşmış" "Em lê qezidîn: İşimiz düştü, yanına gittik" "Tu çima qet li me naqezidî: Neden hiç uğramıyorsun bize".
- qumandin: Yanık etkisi ile bir nesnenin büzüşmesi. "şalê min qumiyaye: pantolonum ısını/ateşin etkisi ile büzüşmüş".
- şemixîn: Bönleşmek. "tu şemixî: bönleşmişsin".
- (NOT: "Şemixîn’in tanımı dün yanlışlıkla "şindirîn"e yazılmıştı. Düzeltiyoruz)
- şindirîn: Bönleşmek. Şindirî: Bön insan.
- şindirîn: Sarkma. Bkz: şenşilîn.
- xelastek: bitiş, varış yeri, varış çizgisi.
- xişol: Rüzgarın esmesi sonucu havaya uçuşan, toz dışındaki diğer her şey.
- xêrxeber: Laf olsun diye söylenen söz. İşe yaramaz söz. Laf işte. "ev tiştên tu dibêjî xêrxeber in: Bu dediklerin hepsi laf".
- yarîwayê: Buğday dövülürken söylenen şarkılar. "Örn: Yarîwayê, Herçî nayê, bigre tayê...."
- zindirezîk: Tahtarevalli.
- zirmênî: Zonklama. "zirmêniya serê min e: başım zonkluyor".